SAĞLIK

Kendi Yansımandan Uzaklaşmak: Tükenmişlik Sendromu

Kendi Yansımandan Uzaklaşmak: Tükenmişlik Sendromu adlı makalesiyle Uzman Psikolog Emre Yalçın, Tükenmişlik Sendromu'nu incelikle aktarıyor.

Kendi Yansımandan Uzaklaşmak: Tükenmişlik Sendromu
Tükenmişlik sendromu, yalnızca bir iş yükünün ya da fiziksel yorgunluğun ötesinde, daha derin bir içsel kayıptır. Bir insan, dışarıdan bakıldığında her şeyin yolunda gittiği izlenimini verebilir; fakat içsel dünyasında, adım adım kimliğini yitirmeye başladığını fark etmeye başlar. Her gün bir hedefin peşinden koşmak, bir başarıya ulaşmak uğruna içsel benlikten kopmak, tükenmişliğin gerçek anlamını yansıtır. Bu süreç, aslında bireyin kendisini unutmasının, arzularının ve gerçek kimliğinin gölgede kalmasının bir sonucudur. Tükenmişlik, dışarıya yansıyan başarıların, bir kişinin içsel gerçekliğini nasıl yok saydığına dair sessiz bir çığlıktır.
İçsel Çelişkiler


Kişi, yaşamını toplumsal onay ve başarılar etrafında şekillendirirken, bir noktada kimliğini yalnızca dışarıya sunulan görüntülerle tanımlamaya başlar. Bu, bir tür özdeşleşme problemidir. Kişi, kendini bir başkası gibi, toplumun beklediği şekilde tanımlar; oysa kendi arzusuyla olan bağlantısı giderek zayıflar. Bu çelişki, kişinin içindeki arzunun gerçek nesnesine ulaşma çabasıyla sürekli bir şekilde sürtüşme halindedir. Dışsal dünyada tanınan ve takdir edilen kimlik, bireyin kendi içsel kimliğiyle hiçbir zaman örtüşmez. Başarı, görünürlük, takdir – bunlar, aslında bireyi içsel benliğinden daha fazla uzaklaştıran araçlardır. Kişi, arzularına yabancılaşmış bir şekilde yaşar, dışarıya sunulan imajları korumak adına kendi gerçekliğinden ödün verir. Birey, toplumun ona sunduğu "başarı" tanımına yapışırken, aslında kendi öz arzularını görmezden gelir. Gerçek kimlik, arzu ve başkalarına sunulan "başarı" arasındaki bu mesafe, tükenmişliğin derinleşmesine neden olur. İnsan, kimlik dışı bir varlık gibi, sürekli bir dışsal tatmin arayışı içinde kaybolur. Ancak içsel dünyasında, kendisini bulmaya yönelik bir arayış vardır; bu arayış, zamanla bir boşluğa dönüşür.
Yabancılaşma ve Kimlik Krizi


Kişi tükenmeye başladığında, bu yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda varoluşsal bir yabancılaşmadır. Dış dünyaya karşı daha fazla yabancılaşırken, içsel dünyasıyla olan bağlantısı da zayıflar. Kendi kimliğini, içsel ihtiyaçlarını ve arzularını yitiren bir insan, başkalarına bir şeyler kanıtlamak için sürekli bir çaba içindedir. Fakat bu çaba, kişinin kendisine olan yabancılaşmasını derinleştirir. Her geçen gün, daha fazla başarıya ulaşmaya çalışırken, insan kendisini giderek daha fazla kaybettiğini hisseder. Kimlik, toplumun kurallarına ve beklentilerine göre biçimlendirilen bir rol haline gelir; birey, gerçek benliğinden giderek uzaklaşır.
Yabancılaşma, yalnızca toplumsal ilişkilerde değil, içsel dünyada da bir kopuş yaratır. İnsan, kendisini dış dünyada var olmaya çalışırken, içsel benliğiyle hiçbir bağ kurmaz hale gelir. Bu kopukluk, tükenmişliğin en derin ve acı verici yönüdür: İnsan, hem kendisinden hem de dünyadan yabancılaşır. Kimlik, sürekli değişen ve bir dışsal ölçüte göre biçimlendirilen bir imaja dönüşürken, birey içsel özüne yabancılaşır.
Kimlik İnşası
Tükenmişlik, bir çöküşün ötesinde, aynı zamanda bir yeniden doğuş fırsatıdır. İçsel boşluk, ancak kişinin kendi kimliğini yeniden inşa etmeye başladığı noktada anlam kazanır. Bu yeniden doğuş, sabır gerektiren bir süreçtir. İnsan, içsel arzusuyla barışmaya başladığında, kaybolan kimliğini yeniden bulabilir. Ancak bu, dışarıdan gelen baskılara karşı bir direniş değil, daha çok kendi arzusuna doğru bir yöneliştir. Gerçek kimlik, içsel bir özdeşleşme yolculuğu gerektirir. Kişi, dışarıdan gelen baskılardan sıyrıldığında, hem kendisini hem de içsel arzularını daha açık bir şekilde görebilir. Bu yolculuk, bir çiçeğin karanlıkta filizlenmesine benzer: Zaman alır, ancak sonunda varoluşun anlamı yeniden bulunur.
Yeniden kimlik inşası, bir arayışın değil, bir içsel uyumun ve özdeşleşmenin sürecidir. İnsan, toplumsal başarı tanımlarının ötesinde kendi içsel kimliğiyle bir bütünlük kurar. İçsel arzu, toplumsal normlar tarafından yönlendirilmiş "başarı" tanımlarına karşı bir başkaldırı değil, daha çok kendi özüne dönme çabasıdır. Ayrıca özellikle yaşadığımız coğrafyada sürekli isteyerek aktif tutulan anksiyete de,kolayca manipüle edilebilecek bir toplum yaratmanın yanı sıra, duygusal emperyal bir sömürü sonucu tükenmişlik üretir.
Hep Birlikte İyileşmek

Tükenmişlik yalnızca bireysel bir sorundan çok, toplumsal bir sorun haline gelir. Birey tükenmeye başladığında, bu yalnızca o kişiyi etkilemez, çevresindeki dünyayı da etkiler. Bu, bir toplumsal çürümeyi simgeler: İnsanlar yalnızca dışarıdan tanınmak ve kabul edilmek için değil, aynı zamanda içsel dengeyi ve huzuru bulmak için de yaşamalıdır. Toplum, bireylerinin yalnızca üretken olmalarını değil, kendi kimliklerini ve içsel ihtiyaçlarını anlamalarına fırsat tanımalıdır.
Tükenmişlikten kurtulmak, bir toplumsal dönüşüm gerektirir. İnsanlar, iş gücü olarak değil, duygu ve düşünce dünyasıyla değerli varlıklar olarak görülmelidir. Toplumlar, sadece dışsal başarıları değil, insanın içsel dünyasını anlamalı ve ona değer vermelidir. Bu şekilde, tükenmişlik sendromunun etkileri hem bireysel hem de toplumsal düzeyde aşılabilir.
Tükenmişlik, kırılma noktasına işaret eden bir süreçtir. Ancak bu kırılma, aynı zamanda yeni bir başlangıcın da habercisidir. Hem bireyler hem de toplumlar, içsel huzuru ve anlamı yeniden bulduklarında, gerçek bir iyileşme başlayacaktır.

Uzman Psikolog Emre Yalçın

İletişim ve Randevu Bilgileri: 

Instagram

İletişim Numarası: 0530 500 1850

Kaynakça
—————————-
1-Lacan, Jacques. Écrits: A Selection (1966).
2-Freudenberger, Herbert J. Burnout: The High Cost of High Achievement (1974). 3-Maslach, Christina ve Jackson, Susan E. The Maslach Burnout Inventory (1981).

 4-Schaufeli, Wilmar B., Leiter, Michael P. & Maslach, Christina. Burnout: 35 Years of Research and Practice (2009).
5-Žižek, Slavoj. The Parallax View (2006)
6-Hinsch, Hans-Jürgen. Psychodynamische Konzepte der Burnout-Prävention (2012).